Hepatit B, son yıllarda başta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) olmak üzere tüm dünyanın en az AIDS kadar önemsediği ve yakın gelecekte tüm dünyadan eradike edilmesi planlanan hastalıkların başında gelmektedir. Hepatit B, maalesef uzun yıllar çok fazla önemsenmemiş, aşısı piyasaya çıkalı (1982 yılında) uzun süre geçmesine rağmen aktif profilaksi (aşı ile aktif korunma) ve diğer mücadele metodları dünya çapında ele alınmamıştır. Buna karşın, Hepatit B ile epidemiyolojik benzerlikleri olan AIDS, 1980’de kendini gösteren nisbeten yeni bir infeksiyon olmasına karşın hızla yayılması ve birçok açıdan medyatik özellikler (cinsel ilişki ile bulaşması, homoseksüellerde yaygın görülmesi, Rock Hudson, Fredy Mercury, Magic Johnson gibi ünlülerin AIDS olması vb) göstermesi nedeniyle birden dünyanın gündemine girmiştir. Büyük kampanyalar ve kapsamlı mücadele çalışmalarının yapıldığı gelişmiş ülkelerde AIDS’in yayılma hızı gerileme sürecine geçmiştir. Çok etkin bir aşısı da bulunmasına rağmen Hepatit B mücadelesinde yakın zamana kadar uluslararası duyarlılık oluşmamıştır. Hepatit B ile mücadeleye gönül veren otörler, kamuoyunun dikkatini çekmek için söylemlerinde ve çeşitli broşürlerde, bir nevi AIDS’e gösterilen ilgiyi kıskanarak Hepatit B ile AIDS’i karşılaştırmaya başlamışlardır. Gerçekten aşağıda belirtilen bu karşılaştırmalı verilere bakarak Hepatit B, AIDS’ten daha önemsiz diyebilir miyiz ? Bugün haklı olarak tüm dünyayı ayağa kaldıran AIDS kadar, hepatit B’nin de önemsenmesi, anlatılması, bilinmesi gerekmez mi? Bu, özellikle Hepatit B’nin çok yaygın olduğu ülkemiz açısından daha fazla geçerlidir. Hepatit B ciddi bir toplumsal sağlık sorunu olması yanında tedavi giderleri ve büyük iş kaybı nedeniyle önemli ekonomik kayıplara da yol açmaktadır. Ülkemizde uzun süreden beri çeşitli kişi ve kurumlar, hepatit B ile mücadelenin önemine dikkat çekmelerine karşın ancak maalesef ciddi anlamda daha yeni ele alınmaya başlanmıştır. Örneğin 1990 yılında, viral hepatitlerin önemini bilen ve bu konuyla mücadeleye gönül veren bir grup hekim tarafından ‘viral hepatitle savaşım derneği’ kurulmuştur. Bu derneğin amacı viral hepatitler konusunda halkı bilgilendirmek, korunma yollarını öğretmek, başta sağlık bakanlığı olmak üzere ilgili kurumlarla işbirliği yaparak tüm ülke sathına yayılan faaliyetler yapmaktı. Tüm yoğun ve özverili faaliyetlerine karşın bir türlü istenilen sonuca ulaşılamıyordu. Çünkü toplum eğitimi söz konusu olunca vazgeçilemeyecek bir araç olan medya, viral hepatit konusuna örneğin bir AIDS kadar ilgi göstermiyordu. Bunda medyanın hepatit konusunu belkide yeterince sansasyonel bulmamasının rolü vardı. Halbuki halkın sağlığı ve eğitimine katkı, medyanın vazgeçilmez görev ve sorumluluklarından olmalıdır. Ülkemizde okuma oranı çok düşük olduğundan özellikle televizyonların katkısı daha fazla olmaktadır. Ama maalesef TRT dışındaki özel TV’lerin sansasyonel olmadıkca halkın sağlık konularındaki eğitimine, kamuoyunu etkili bir şekilde duyarlandırmaya yeterince özen göstermediğini görüyoruz. Nitekim medya hepatit konusunu da daha düne kadar yeterince ele almadı. Bizde sadece medya değil, ama her alanda bir musibet yada önemli bir gelişme olmadan önce tedbir alma gibi bir alışkanlık henüz yeterince oluşmadı. Bu olayda da böyle oldu ve ancak maalesef bir gazetecinin hepatit B’ye bağlı karaçiğer yetmezliği nedeniyle kaybedilmesi sonucu organ bağışı ve hepatit B konusu çok geniş bir şekilde her yönüyle, eğrisiyle doğrusuyla tüm medya kuruluşları tarafından yoğun ve uzun süre ele alındı. Bu sayede artık yediden yetmişe herkes hepatit B’yi duydu ve duyarlandı. Bu işle uğraşan kişi ve kuruluşların yıllardır her türlü gayretine rağmen yapamadığını medya böylece kısa sürede yapmış oldu. Halkı duyarlandırmanın yanında birçok ilgili kurumuda harekete geçirdi. Örneğin Sağlık Bakanlığı yıllardır üniversiteler ve Viral hepatitle savaşım derneği gibi bazı kurumlar tarafından sürekli yapılan tavsiyelere rağmen hepatit B aşısını rutin çocukluk aşıları içine ekonomik nedenler öne sürerek almıyordu. Halbuki Dünya sağlık örgütü de bunu öneriyordu ve yüzden fazla ülke çoktan hepatit B aşısını ulusal aşı programları içine almışlardı. Sağlık bakanlığı medyanın oluşturduğu kamuoyu baskısının da etkisiyle süratle aşı için kaynak buldu ve ihale açtı. Sonuçta aşı tek elden ve devlet tarafından topluca alındığından tahminlerinde altında çok ucuza mal oldu. Bir yıllık ihtiyaç yaklaşık 170 milyar gibi Türkiye’yi çok büyük ekonomik sıkıntıya (!) sokacak bir paraya alındı. Aşının dozu perakende yaklaşık 4 milyon iken bu şekilde toplu alım ve rekabet nedeniyle 100 bin(!) liraya indi. Yani bir kişinin parasıyla 400 kişi aşılanabilecek. Sosyal güvenlik kuruluşlarımız hepatit B aşısını karşıladığı için bu büyük fiyat farkını yine devlet karşılayacaktı. Medyanın bir nevi hepatit B bombardımanı şeklinde yaptığı yayın halkta bilinçlenmeden çok, duyarlanma ve çoğunlukla da paniğe neden oldu. İnanılmaz ölçülerde aşı tüketimi oldu. Kısa sürede aşı tükendi. 1996’da bir yılda satılan aşı miktarı 20 günde tüketildi. Bunların çoğu da perakende fiyatından sosyal güvenlik kuruluşlarınca, yani devlet tarafından karşılandı. İlginç olan, bu panik sonucu aşı olması en son akla gelebilecek kimseler bile aşıya koştular ve aşının öncelikle yapılması gerekenlere (bebekler, çocuklar, risk grubu yetişkinler) uzun bir süre, aşı bulunamadığından yapılamadı. Medyanın hepatit B haberleri bombardımanı başka dramatik gelişmelere de neden oldu. Ülkemizde 3-4 milyon hepatit B taşıyıcısı var ve bunların bir kısmı ve çevresi bu durumlarını biliyor. Özellikle bu kimselerde ve akrabalarında ciddi boyutlarda psikososyal problemler yaşandı. Hepatit B’ye bağlı bir ölüm olayı çerçevesinde işlenen Hepatit B ile ilgili yoğun haberler, korku ve paniğe neden olduğundan halk, hepatit B ile ilgili verilen bilgileri büyük oranda abartılı ve negatif açıdan algıladı. Farkına varılmadan halka hepatit B’nin çok öldürücü ve çok bulaşıcı olduğu imajı verildi veya halk böyle algıladı. Halk ciddi bir hepatit B salgını var zannetti ve bir taraftan aşıya koştu, diğer taraftan da bulaşma obsesyonuna girdi. Özellikle taşıyıcı olanlardan kaçmaya, onlarla tokalaşmamaya, aynı telefonu kullanmamaya ve hatta çalışma odalarını ayırmaya başladılar. Taşıyıcılar ciddi bir eziklik ve depresyon içine girdiler, hastalığı bulaştırırız düşüncesiyle çevrelerinden uzaklaştılar, misafirliğe gitmediler, çocuklarını, torunlarını kucaklamaktan çekindiler. Ayrıca hastalık ilerler düşüncesiyle işten güçten ellerini çekip sürekli istirahat ve asosyal bir hayat sürecine girdiler. Yazıyla tarifi imkansız bu sosyolojik dramı bu işle uğraşan bizler çok yakından gözledik ve işin doğrusunu anlatmakta, hastalarımızı inandırmakta, depresyon veya obsesyonlarından çıkarmakta çok zorlandık. Bir çok kimse işyerinde hastalığı bulaştırmayacağına dair bizlerden rapor isteme ihtiyacını hissetti. Gerçekte hepatit B salgını yoktu, yani paniğe neden olacak bir hal yoktu, ama hastalık eskiden beri yaygın görülüyordu, bu karıştırılmıştı. Hepatit B günlük sosyal ilişkiler yoluyla, yani telefondan, bardaktan, aynı masa, tuvalet, sandalye vb ortak kullanmaktan, kucaklaşmaktan bulaşmaz. Algılananın tersine nadiren (%1) ani karaciğer yetmezliğine bağlı ölüme neden olur. Taşıyıcılarında tümünde değil sadece %10-20’de, o da ancak uzun bir süre sonunda(10-20 yıl) siroz ve karaciğer kanserine dönüşüm olur. Taşıyıcıların hangilerinde siroza ilerleme riski olduğu bazı testlerle önceden henüz hiçbir belirti yokken anlaşılabilir. Bu aşamada yakalanan riskli kimselere yapılacak bazı tedavilerle siroz gelişmesi önlenebilir. Taşıyıcıların %80’i ömrünün sonuna kadar sağlıklı bir şekilde yaşar, diyete (sadece alkol kısıtlanır, bazen yasaklanabilir) ve aktivitesinde de hiçbir kısıtlamaya gerek yoktur. Hatta bu kişiler (karaciğer testleri normal olan ve doktor da sakınca görmemişse) ağır sporları bile yapabilirler. Nitekim çok ünlü bir milli sporcumuz taşıyıcı olduğu tesbit edildiğinden sporu bırakması söylenmiş fakat yapılan incelemeler sonucu salt taşıyıcı olduğu anlaşıldığından müsabakalara katılabileceği izni verilmiştir. Bu sporcu bu 8-9 yıl içinde ülkemize sayısız madalya kazandırmıştır ve sağlığı da hala yerindedir. Yine benzer bir örnek, galatasaraylı romen futbolcudur. İspanyaya transfer edilmiş (ispanyollar taşıyıcı olduğunu bilerek almışlardır) ve orada umulanın tersine iyi bir performans göstermiş, en iyi yabancı ara transfer olarak kabul edilmiş ve bunun üzerine bizim gazetelerimizde de keşke satılmasaydı diye yorumlar çıkmıştır. Bu örnekleri sanılanın tersine yapılan yanlışlıkları belirtmekten zevk aldığım için değil , taşıyıcı olan kişileri, (hasta değiller) durumları konusunda inandırabilmek için verme ihtiyacını hissettim. Sonuç olarak ülkemizde her zaman yaşanan olaylara benzer trajikomik bir süreç yaşanmıştır. Yukarıda belirttiğim hususlar ışığında bu durumdan bazı sonuçlar çıkarabiliriz. -Medya, yaptığı yoğun haberler nedeniyle tüm halkın hepatit B’yi duymasını sağlayarak ve sağlık bakanlığını aşı konusunda hızlı faaliyet göstermeye zorlayarak halk sağlığına ve ülke ekonomisine çok faydalı bir iş yapmıştır. -Fakat diğer yandan, bilmeden halkta paniğe , birçok kimsede iz bırakan psikososyal problemlere, aşının plansız ve öncelikle gerekli olmayan kimseler tarafından hızla tüketilmesine, laboratuarların (kit yetiştiremediklerinden) test taleplerini ciddi durumlar (ör donör kanlarının taranamaması) için bile karşılayamamasına, bu nedenle doktora gidenlerin sayısının çok artmasına (bir çok polikliniğin bu dönemdeki hasta artışı 10-30kat), velhasıl sistemin tam olarak felç olmasın neden olmuştur. Acaba medya, haberler yazıldıktan sonra da konunun uzmanlarına danışsaydı ve halkta yanlış imaja neden olabilecek manşetler kullanılmamış olsaydı bu karmaşa yaşanırmıydı? Acaba medya, bir gazeteci veya ünlü bir kişi ölmeseydi hepatit B’i bu kadar ele alırmıydı? Acaba bu panik ve kamuoyu baskısı olmasaydı Sağlık Bakanlığı bu kadar hızlı önlem alırmıydı? Son soru; böyle önemli bir halk sağlığı sorunu konusunda halk, mutedil bir şekilde, iyice bilinçlenene kadar, sürekli, uzmanlar tarafından medya aracılığıyla bilgilendirilse daha iyi olmaz mı?
Prof.Dr.İsmail BALIK